Felsefe tarihinin ilk filozoflarından biri olan Thales, Antik Yunan’da, MÖ 6. yüzyılda yaşamış ve “her şeyin ana maddesi (arkhe) sudur” fikrini ortaya atmıştır. Bu düşünce, sadece fiziki evrenin ne olduğu üzerine değil, aynı zamanda ilk felsefi refleksiyonlardan biridir. Thales’e göre su, evrendeki dönüşüm ve değişimlerin temelidir; toprak su ile beslenir, su buharlaşır, yoğunlaşır ve tekrar geri döner. Yani su, yaşamın kaynağı ve her şeyin başlangıcıdır.
Thales’in bu fikri sadece fiziksel dünyanın doğasıyla ilgili bir teori değil, aynı zamanda insan zihninin evrene dair spekülatif açıklamalar üretme kapasitesinin bir örneğidir. Dini mitolojik açıklamalar yerine, evrenin doğal bir temelle açıklanması çabasına yönelmiştir. Bu onun, bilimin ve felsefenin “düşünsel bir temele” oturtulmasına yönelik erken bir girişim olduğunu gösterir.
Thales’ın bu yaklaşımı, bugün basit gelebilir; sonuçta modern bilim, evrenin doğasını çok daha detaylı bir şekilde incelemiştir. Ancak Thales’in suyu temel varlık olarak ele alması, daha büyük bir devrimin başlangıcıdır. Evrenin özünü araştıran bilimsel ve felsefi çabanın temelleri işte burada atılmıştır: “Mitostan logosa geçiş.” Yani doğayı tanrısal/mitik açıklamalardan arındırarak doğal unsurlarla açıklama gayreti.
Bununla birlikte, Thales’in tespitinin özünde bir derinlik gizlidir. Su, yaşam için gerçekten de oldukça temel bir öneme sahiptir. Modern biyoloji de bu gerçeği kabul eder; tüm yaşam biçimlerinin kimyasal süreçleri suya dayanır. Thales’in bu öngörüsü, bir anlamda bilimsel bir gerçeğe çok erken bir çağda sezgisel bir biçimde ulaşılmasıdır.
Ayrıca, Thales’in “Arkhe” fikri, yalnızca fiziksel değil, metafiziksel bir sorun için de yeni bir kapı aralamıştır: Evrenin ardındaki birliği arama çabası. Şayet “her şey bir şeyden gelmişse,” bu ortak kaynağın ne olduğu sorusu, düşünce tarihinde en büyük sorunsallardan biri haline gelir ve bu tartışma Platon ile Aristoteles’i, oradan da modern varlık felsefesi ve hatta kozmolojiyi etkiler.
Thales’in “Her şey sudan gelir” önermesi üzerinde düşünmek, insanoğlunun doğaya dair duyduğu merakın ne kadar eski ve içkin bir özellik olduğunu bize hatırlatır. İnsan, evrenin sırrını çözmeye çalıştıkça, belki de kendi varoluşunun anlamını ve amacını çözmeye de çalışıyor. Bu anlamda Thales’in sorusu, sadece doğayı anlamaya yönelik bir girişim değil, aynı zamanda insanın kendisiyle ve varoluşuyla olan mücadelesinin sonucu gibi görünüyor.
Bugün hepimiz, evrenle ilgili birçok karmaşık fizik ve kozmoloji teorisine sahibiz. Ancak Thales’in su hakkında bu basit fakat devrim niteliğindeki düşüncesi, hem felsefenin hem de bilimin temel motivasyonunu simgeler: “Bilmek” arzusu. Bu bilme arzusu, insanı evrenin derinliklerine sürükler ve aynı zamanda insanı kendi derinlerine doğru bir yolculuğa çıkarır.
Peki, bu bizi nereye götürüyor? Thales’e hak vererek evreni basit bir maddeyle açıklamaya mı çalışmalıyız, yoksa evrenin çoklu, karmaşık doğasını mı benimsemeliyiz? Hangisi olursa olsun, Thales’in mirası bize hala şunu söylüyor: Evren karmaşık görünebilir, fakat bir yerlerde bir düzen, bir “temel”, her şeyin bağlı olduğu bir kaynak ya da anlam olmalı. Ve biz o anlamı buldukça, kendimizi de biraz daha bulmuş olacağız.
Derin Anlam